Son zamanlar tüm toplumu sarsan cinayetler, katliamlar yaşandı. Adana’da emekli bir astsubay eşini, üvey çocuklarını ve diğer akrabalarından 8 kişiyi öldürdü. 11 yaşındaki bir çocuk annesini öldürdü. Terk edilmiş bir araçta 4 ceset bulundu. Mardin’de düğünü basan köy korucuları kadın, çocuk 45 kişiyi katletti. Birçok aile yok oldu, onlarca çocuk yetim kaldı.
Gün geçmiyor ki bu ve benzeri olaylara bir yenisi daha ekleniyor. Artan bu şiddeti kimileri sıcağa, kimileri insanların yoksulluğunun artmasına bağlıyor. Söylenenlerin büyük bir kısmı doğrunun bir parçasını oluşturuyor. Ama olayların temel nedenini oluşturan şey ne? Şimdi bu konuda bizde kendi fikrimizi söyleyelim.
Şiddet:
Erich Fromm şiddeti üçe ayırarak tanımlıyor: Tepkisel şiddet, ödünleyici şiddet ve kana susamışlık. Tepkisel şiddet insanın kendi (veya yakın çevresinin) yaşamını ve yaşamında önemli olan değerleri korumak amacıyla başvurduğu şiddettir. Tepkisel şiddet bir saldırıdan veya bazı şeylerin saldırı olarak adlandırılmasından kaynaklanabilir. Bir saldırı karşısında kendini savunmayı ve eleştiri karşısında saldırganlaşmayı buna örnek verebiliriz.
Ayrıca gereksinmelerin karşılanmasının engellenmesi de tepkisel şiddet kategorisi içerisinde yer alır. Yoksulluk karşısında zenginliğe saldırı bu anlamda meşruluk kazanır. Ayrıca kıskançlıktan kaynaklanan şiddette bu tür içerisinde yer alır.
"Öç alıcı şiddet" de, tepkisel şiddet içerisindedir. Fromm, bu şiddet hakkında "Güçsüzlerin, sakatların, zarar görerek yıkılmışlarsa, kendilerine saygılarını onarmak için başvurabilecekleri bir tek yol vardır; 'göze göz, dişe diş' kuralına göre öç almak. Yaratıcı biçimde yaşayan bir insan hiç de böyle bir gereksinme duymaz. Aşağılanmış, incinmiş olsa bile üretici yaşama süreci ona geçmişte gördüğü zararları unutturur. Üretme yeteneği, öç alma isteğine ağır basar... En geri topluluklarda öç alma duygusunun çok güçlü olduğunu görebiliriz. Bu yüzden, sanayileşmiş ulusların en çok ezilen alt-orta sınıfları, ırksal ve ulusal duyguların odaklandığı sınıflar oldukları gibi, öç alma duygularının da toplandığı sınıflardır..." demektedir.
Tepkisel şiddet grubu içinde en önemlisi ise "inancın -ve umudun- yıkılmasından doğan" şiddettir. Fromm bu konuda "Büyük ölçüde aldatılmış ve düş kırıklığına uğramış bir kişi yaşamdan nefret de edebilir. Yaşamın kötülük dolu, insanların kötü, kendisinin de kötü olduğunu kanıtlamak ister. Yaşama inanan, yaşamı seven, ama düş kırıklığına uğramış olan kişi böylece sinik, yıkıcı biri olup çıkar. Yıkıcılık umutsuzluktan doğmuştur; yaşamda karşılaşılan umut kırıklığı yaşamdan nefrete yol açmıştır."
Erich Fromm, "ödünleyici şiddet'i ise "güçsüzlüğü" gizlemeye ya da güçsüzlüğü "telafi" etmeye yönelik bir şiddet türü olarak tanımlıyor. İnsan "zayıflık, kaygı, yetersizlik" gibi nedenlerle eyleme geçemiyorsa "güçsüz "dür. Güçsüzlüğün verdiği acı ile ya güçlü bir kişi veya topluluğa boyun eğiyor ya da başkalarına zarar vererek ve bazen öldürerek kendini kanıtlıyor. Fromm bu durumu "Yaşam yaratabilmek, güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikler gerektirir. Yaşamı yok etmek içinse, yalnızca bir tek nitelik -şiddete başvurmak- yeter. Böylece kendisini yadsıyan yaşamdan öç almış olur. Ödünleyici şiddet, güçsüzlükten doğan, güçsüzlüğü ödünleyen bir şiddet türüdür. Yaratamayan insan yok etmek ister... Ödünleyici şiddet, yaşanmamış, sakat bir yaşamın sonunda doğan bir şiddet türüdür. Bu şiddet, cezalandırılma korkusuyla bastırılabilir (...), ancak insanı yaşama bağlayan koşullarla ortadan kaldırılabilir. Ödünleyici şiddet, tepkisel şiddet gibi yaşamın hizmetinde değildir; yaşamın yerini alan hastalıklı bir şeydir; onun sakatlığının, boşluğunun kanıtıdır." diye açıklıyor.
Erich Fromm'a göre, "kana susamışlık"ta kişi "kan akıtarak kendisini canlı, güçlü, eşsiz ve başkalarından üstün" duyuyor. Bu daha çok ilkel toplumlarda görülüyor ancak “çağdaş” toplumlarda da yer yer ortaya çıkabiliyor.
Şiddetin kaynağı:
Şimdi bu açıklamalara göre şiddetin kaynaklarına veya kaynağına bir göz atalım. Şiddet saldırı veya saldırı algılamasında, gereksinmelerin karşılanamamasında, öç almada, inancın ve umudun yıkılmasında, güçsüzlüğün ve zayıflığın gizlenmesinde ortaya çıkıyor. Şiddeti ortaya çıkaran bu durumların nedenleri ise neler?
İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, ekonomik alanda serbest rekabete, bu anlamıyla da orman kanunlarına sahip. Güçlünün (zenginin) güçsüzü (yoksulları, işçi ve emekçileri) dilediği gibi ezdiği bir sistem kapitalizm. Birileri gereksinimlerini en üst sınıra kadar karşılayabilirken, büyük çoğunluk en temel gereksinmelerini bile karşılayamıyor. Güçlü olan devlet erki ve onun silahlanmış gücü ile (ordu, polis vb.) güçsüzleri bastırıyor, kölelik koşullarında çalıştırıyor. Adalet isteyen mutsuz çoğunluk devletin (gücün) zoru ile karşılaşıyor. Kapitalizm büyük çoğunluğa gelecek ve umut vaat etmiyor, milyarlarca insan geleceksizlik içerisinde umutsuzca yaşıyor. Yani görüldüğü gibi kapitalizm şiddeti doğuran bir sistemdir. Kapitalizm koşullarında şiddet nitelik değiştirse bile yok olmaz.
Ayrıca “Her Türk asker doğar” ve “Bir Türk dünyaya bedeldir” savlarıyla yetiştirilmiş bir toplumda şiddetin olması yadırganacak bir durum da değildir. “Asker doğan Türk” elbette şiddet uygulayacak, şiddeti ve bunun karşısında tepkisel-şiddeti yaratacaktır.
Son günlerde artan şiddet olayları, cinayetler bu toplumun ayrılmaz bir parçası durumundadır. Yoksullaştırılmış, yaşayabilmek için birbirlerine karşı rekabet etmek zorunda olan insanların şiddet kullanması olağan bir durumdur. Yaşanan olaylar ne için ve nasıl olursa olsun temel sorun “sorunların çözümünde şiddetin bir çözüm yolu” olarak görülmesidir. Kapitalizmin bireyi hastalıklı, sorunlu, şiddete eğilimli bir bireydir. En gelişmiş toplumlarda dahi şiddetin görülmesi bu durumu kanıtlamaktadır.
Şiddetin ortadan kaldırılması şiddetin kaynağı olan kapitalizmin ortadan kaldırılmasıdır. Başka bir yol yoktur. İnsanı insan yapan en temel değerleri paraya çeviren, doğayı, yaşam alanlarını kar hırsı ile yok eden kapitalizmden kurtulmadıkça, şiddetten kurtulamayız.
09.06.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder