Türkiye’de sistemin üzerimizde oynadığı o kadar çok oyunu var ki, bu oyunlar insanı köleleştirmeye, tüm sorunlarından uzaklaştırmaya sebep olmaktadır. Nedir peki bu oyunlar? Aslında hepimiz bu oyunlarla sürekli karşı karşıyayız. Televizyonu açmamız yeterli (görmek isteyene) görmek için. Her gün bir başka dizi, her gün bir başka spor karşılaşması (siz onu para düelloları olarak okuyun), her gün bir başka magazin turu vb. vb. Millet olarak bunlardan hiç sıkılmıyoruz. Biz sıkılmıyoruz çünkü onlar bunu yaparak bizim üzerimizden para kazanıyorlar. Biz izliyoruz ki onlar da sürekli aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar. Sadece bunlar mıdır acaba bizi bu kirli oyunlarının arasında oyuncak eden şeyler? Hayır değil!
Okumayı o kadar çok seven bir milletiz ki her gün gazete alırız. Aldığımız gazeteler de öyle tirajı düşük gazeteler falan değil. Posta (tamamına yakını resim olan gazete), Vatan, Hürriyet (Türkiye Türklerindir ibaresini kullanarak baştan milliyetçilik yapan gazete), Sözcü (bir zamanlar gözcüydü ve bugün sözcüyken de içi “boş” olan gazete), Fotomaç, Fanatik (milletçe zaten fanatik olduğumuzu söylemek gerekir) vb. vb. Şimdi bir de bunlar yetmiyormuş gibi “20 dk.”, “Gaste” isimleriyle ücretsiz olarak dağıtılan, bol bol reklam ve birkaç haberin de içinde olduğu gazeteler çıkmaya başladı. Okumayı çok seven halkımıza istemeseler bile duraklarda, otobüslerde bir tarafına sıkıştırılarak veriliyor. Dağıtım yerlerini de çok iyi belirlemiş olacaklar ki, işçilerin yoğun olarak bulundukları duraklarda ve bölgelerde dağıtım yapılmakta. Sabahın erken saatlerinde kalkıp işe giden ve gün boyu sömürüye maruz kalan işçiler bir de bu denli yalan dolan haberlerle sömürülmekte ve sömürücülerin oyunlarına alet olmaktadırlar.
Ben her sabah yarısı haber, yarısı magazin olan “haber” programlarını izler öyle işe giderim. Televizyonu açmaya giderken “ne olmuş acaba bizim memlekette” derim. Bakar bakar hem gülerim hem de öfkelenirim. Bütün sorunlarımız bitmiş gibi bir kediyi kurtarmaya çalışan onca insan ve itfaiye görevlilerini izlerim önce ve sonra ardından gülerim. Ah şu halkımız derim. Ah şu halkımız! Daha yeni 500 YTL olan asgari ücrete hiç karşı çıkmaz, yanı başında her gün yüzlercesi ölen Iraklı çocuklara aldırış etmez ve yine Afrika’da her gün açlıktan ölen insanlardan bi haber halkımız. Sonra ikinci haber geliyor ardından ve çok “kültürlü” halkımıza soruveriyorlar soruyu: “Yıllardır keneden dolayı ölmezken insanlarımız şimdi neden ölüyorlar ve sebebi nedir?” diye. Zaten milletimiz inanılmaz komplo teorileri üretmekle meşhurdur. Veriyorlar yanıtını hem de hepsi bir ağızdan sanki anlaşmışlarcasına. Biri “Ya kardeşim bu Amerika’nın işi”, öteki “Bu bize İsrail’in bir tuzağı”, diğeri ise daha ilginç ve komik bir cevap veriyor “havadan alikopterle (yani sanırım helikopter demek istiyor) bırakılıyor”. Ah şu halkımız! diyorum tekrardan ve ne kadar paranoya* hastası olduğumuzu da belgeliyoruz bu haberle. Sonra “flaş, flaş, flaş” haberlerle devam ediyoruz. Yeni haberimiz “Ergenekon”! Yeni gözaltılar ve emekli paşaların darbe günlükleri açıklanıyor bir bir. Sonra tutuklamalar ve mahkemelerden bahsediliyor. Bu sefer halkımız nerde taraf olacağını pek iyi bilmemektedir. Çünkü bir taraftan yıllardır hiç güvenini kaybetmediği ordu dururken, diğer taraftan “yolsuzluk” ve “suçluların” üzerine giden ve uzun dönemdir tek başına iktidar olma “başarı”sını gösteren AK Parti durmaktadır. Halkımızın bir bölümü ordu içinde çıkan bu durumu aslında çok ta iyi karşılamazken, diğer taraftan AKP’yi sanki demokrasiden ve özgürlüklerden yana bir partiymiş gibi, yapmış olduğu bu “temiz eller” operasyonunu desteklemektedir. Eee tabi “cumhuriyetçiler ve laikçiler” de bu arada boş durmamakta ve diğer bir haberde de Atatürkçü Düşünce Derneğinin yapmış olduğu “Atatürk ve Demokrasi” mitinginin haberi veriliyor. İktidar dalaşı bir taraftan giderek sertleşiyor sertleşmesine de, fakat bu kez halkımız nerden taraf olacağını pek bilmemektedir. Evet, halkımıza haber diye yutturulanlar ve gerçek gündemlerinden uzaklaşmasını sağlayan programlar sayesinde halkımız, burjuvazinin ekmeğine bir güzel yağ sürmekte ve iktidarlarını sürdürmelerinde yardımcı olmaktadır. Bu da burjuvazinin oyunlarının ne derecede etkili olduğunun bir sonucudur.
Bağımsız Sağlık-Sen Genel Başkanı Mehmet Bayraktar, 2002 yılı sonunda her bebeğin 5 bin 15 YTL borçla doğduğunu, bu rakamın 8 bin 39 YTL’ye yükseldiğini söylemiş. Bayraktar, Kasım 2002’de 349 milyar YTL olan iç ve dış toplam borç stokunun, 6 yıla yakın süre içerisinde yüzde 60 oranında artarak 567,5 milyar YTL’ye ulaştığını, ekonominin iyiye gittiğini söylemenin doğru olmadığını belirterek, yapılan hesaplama sonucu, AKP hükümetinin kurulduğu 18 Kasım 2002’den bu yana geçen sürede, 144,2 milyar YTL olan iç borç stoku yüzde 68,7 oranında artarak 246,8 milyar YTL’ye, 204,8 milyar YTL olan dış borç stoku da yüzde 54,4 oranında artarak 320,7 milyar YTL’ye yükseldiğini belirtmiş. Görülüyor ki memlekette durum aslında bize yansıttıkları gibi değilmiş. Borç batağına gömülmüşüz de farkında değiliz. Ama farkında olduğumuz başka şeyler var. Mesela, hangi futbolcu nereye transfer olmuş, bilmem ne “…spor” un şu maçta aldığı para, hangi ünlü bu hafta kimle beraber olmuş vb. vb. Saymakla bitmez bunlar.
Saymakla bitmez aslında dertlerimiz. Ama unutuyoruz dertlerimizi veya unutturuyorlar dertlerimizi. Kaderimiz deyip geçiyoruz çoğu kez. Bu kaderimiz değil. Kader diye yutturdukları afyonu atmalıyız üzerimizden. Uyanmalıyız bu yüzyıllarca süren uykumuzdan. Hesap sormalıyız bu sömürücülerden, kan emicilerden, ahlaksızlardan ve zorbalardan…
Okumayı o kadar çok seven bir milletiz ki her gün gazete alırız. Aldığımız gazeteler de öyle tirajı düşük gazeteler falan değil. Posta (tamamına yakını resim olan gazete), Vatan, Hürriyet (Türkiye Türklerindir ibaresini kullanarak baştan milliyetçilik yapan gazete), Sözcü (bir zamanlar gözcüydü ve bugün sözcüyken de içi “boş” olan gazete), Fotomaç, Fanatik (milletçe zaten fanatik olduğumuzu söylemek gerekir) vb. vb. Şimdi bir de bunlar yetmiyormuş gibi “20 dk.”, “Gaste” isimleriyle ücretsiz olarak dağıtılan, bol bol reklam ve birkaç haberin de içinde olduğu gazeteler çıkmaya başladı. Okumayı çok seven halkımıza istemeseler bile duraklarda, otobüslerde bir tarafına sıkıştırılarak veriliyor. Dağıtım yerlerini de çok iyi belirlemiş olacaklar ki, işçilerin yoğun olarak bulundukları duraklarda ve bölgelerde dağıtım yapılmakta. Sabahın erken saatlerinde kalkıp işe giden ve gün boyu sömürüye maruz kalan işçiler bir de bu denli yalan dolan haberlerle sömürülmekte ve sömürücülerin oyunlarına alet olmaktadırlar.
Saymakla bitmez aslında dertlerimiz. Ama unutuyoruz dertlerimizi veya unutturuyorlar dertlerimizi. Kaderimiz deyip geçiyoruz çoğu kez. Bu kaderimiz değil. Kader diye yutturdukları afyonu atmalıyız üzerimizden. Uyanmalıyız bu yüzyıllarca süren uykumuzdan. Hesap sormalıyız bu sömürücülerden, kan emicilerden, ahlaksızlardan ve zorbalardan…
20\07\2008
Yeni Dünya Gençliği
Yeni Dünya Gençliği
* Paranoya: Aşırı şüphe, dış dünyaya güvenmeme, hayal gücünün yüksek oluşu (bazen dedektif kafasına sahip olma ve keskin zeka da olabilir) gibi sebeplerle olmadık şeylerin var olduğuna, gerçekleştiğine dair izlenimlere sahip olma durumu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder