“Bireysel Kurtuluş Yerine Toplumsal Kurtuluşa İnanmak Gerekiyor”

Yeni Dünya Gençliği olarak KESK'e bağlı Eğitim-Sen 3 nolu Şube Başkanı Dursun Yıldız’la yaptığımız ropörtajda kendisine, öğrenci ve eğitim emekçilerinin sorunları üzerine ve bu sorunların aşılabilmesi için neler yapılabileceğine dair konuştuk ve bu konudaki düşüncelerini aldık.  YDG: 9 Haziran'da Kadıköy’de gerçekleştirilen ÖSS Karşıtı Mitinge konuşmacı olarak katıldınız. Miting hakkındaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
Dursun Yıldız: Bu mitingin çalışmaları aylar öncesinden başlamasına rağmen yeterli sayıda öğrenci gelmemişti. Sadece öğrenciler değil; işçiler, sendikalar, kamu emekçilerinin de gelip orada çok güçlü bir refleks gösstermeleri gerekiyordu, bu olmadı tabi ama coşku güzeldi ve talepler yerinde taleplerdi. Bu çalışmanın iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra bu çalışma bütün toplumun ezilen katmanlarını etkileyerek geniş bir çerçevede yeniden üretilerek daha güçlü karşı çıkışlara dönüşebilir.
Yıllardan bu yana sürekli nüfus artıyor, öğrenci sayısı artıyor ama üniversitelerin sayısında gözle görülür bir değişme yok. Bazı il ve ilçelerde tabela üniversiteleri açılıyor bu açılan tabela üniversitelerinin esas amacı o bölgelerde istihdam yaratmak, ticari faaliyet yaratmak, bir nevi bilimsellikten öte ticari kurnazlıkların işlediği bir hedef halini almış. Her yıl ortalama 300 bin lise mezunu üniversitelere giriyor, bunların %80-90’ı varlıklı ailelerin çocukları, çünkü bunlar dersanelerde özel öğretmenler aracılığıyla ve hatta süper liselerden, anadolu liselerinden mezun olmuş çocuklardır. Her türlü imkan ve olanaklara sahiptirler ve bu öğrenciler iyi üniversitelerde okuyabiliyor. Bunlar dışında anadolu emekçi halkın gençleri, Kürt gençlerinin kazandığı üniversiteler daha çok ilçelerde, illerde mantar gibi açılan tabela üniversiteleridir. Genellikle bu üniversite sınavı bir tuzaktır. Adaletsizlik içermektedir. Mitingde de söylediğim gibi 12 yıllık eğitim sürecini 3.5 saatle ölçmeye çalışıyorlar. 18 yaşına gelmiş birinin kişiliği 3.5 saatte ölçülemez. Onların aradığı bilgi, birikim değil; kişilik de değil. Sermaye çevreleriyle organik bağı olan öğrencileri seçerken yoksul halk çocuklarını elemektir. Herkesin bilgi, kültür sahibi olmaları, herkesin akademik eğitim alarak aydınlanma düzeyleri yükseltilmiş bir toplum istemesi bu sisteme aykırıdır. Bu sistem herkesin aydınlanmasını istemez, kural olarak istemez. Onlar diyolar ki başlar baş, ayaklar ayak olsun. Başlar sermayeye mensup olan gençler, sermayeyle birlikte ülkeyi yönetsinler, emekçi halk çocukları da ayak işlerinde çalışsınlar. İşsizlik, açlık, yoksuluk günümüzde olduğu gibi gelecekte de gençlerin yakasını bırakmayacaktır.
Yılda 1.5 milyon öğrenci sınava girip bundan da 300 bin kadar öğrenci üniversitelere girebiliyorsa, diğerleri açıkta kalıyorsa, bunun sorumlusu kimdir? Biliyoruz ki genelde sistemin kendisidir, özelde de Mili Eğitim Bakanlığı’dır. Şimdi MEB’dan kim hesap soracak, devletin yapmış olduğu bu plansızlığın bu adaletsizliğin hesabını kim soracak? Sistem kendi organından hesap soramayacağına göre bunun hesabını emekçi halkın gençliği soracak. Siz 80 yıldan bu yana neden bizi kandırdınız? Bunca vermiş olduğumuz vergilerimiz parasız eğitim, parasız sağlık, sosyal güvence olarak neden dönmüyor bize? Bu soruya işçiler, emekçiler, ezilen halklar günün birinde ortak bi örgütlenme, ortak bir cephe ile gençlerimizin hayallerini kıranlardan, bu sistemden hesap soracaklar.
YDG: Eğitim- Sen olarak eğitimdeki bu adaletsizliğe karşı ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz? Bu çalışmalardan biraz bahsedermisiniz?
D.Y: Eğtim- Sen olarak biz iki kez Demokratik Eğitim Kurultayını düzenledik. Daha önce de Deverimci Eğitim Şuraları topladık. Demokratik Eğitim Kurultayında gençlerden, üniversitelerden, liselerden, orta ve ilköğretimden görüşler aldık, bunları sistematik hale getirdik ve bir kitapcık yayınladık. Eğitim- Sen olarak olaya şöyle bakıyoruz; gençlerimizin yeteneklerini, bilgi birikimlerini öğrenim süresince ele almak gerekiyor. İlk eğitimden itibaren yeteneklerine göre yönlendirilmesi gerekiyor, üniversitelerin parasız ve sınavsız olması gerekiyor. Okulların gereksiz uzatılması örtülü bir programdır. 3.5 yılda öğrendiğimiz programı gizli istihdam yaratmak için 5 yıla çıkartıyorlar buna örtük eğitim programı derler ve bunu halka açıklamazlar. Liselerin 4 yıla, üniversitelerin 6 yıla çıkarılması gereksizdir. Amaç işsiz gezen gençlerin sokağa dökülmesini, isyan etmesini engellemek, dolayısıyla okulların ömrünü uzatarak gençleri polis ve jandarma ablukası altına almaktır.
12 Eylül'den önce kısmi olarak özerk bir üniversiteden söz edilebilir. Bir çok bilim üreten öğretim üyeleri vardı ama onlar YÖK ve 12 Eylül anayasasıyla birlikte birçoğu sürgün edildi görevlerine son verildi. Binlerce öğrenci okuldan atıldı ve ders kitapları yeniden yazıldı. İçerikleri ırkçı, gerici niteliklerle dolduruldu, okullar polis ve jandarma tarafından abluka altına alındı. Böylece okullar kışla ve karakollara dönüştürüldü.
YÖK’ün dağıtılmasını, polisin ve jandarmanın okullardan çıkarılmasını istiyoruz, okulların demokratik, özerk bir yapıya kavuşmasını istiyoruz, yönetimin öğrencilere ve eğitim üyelerine devredilmesini istiyoruz. Oysa bugün öğrenciler toplumsal sorunlardan, siyasetten soyutlanmış, kendi köşesine çekilmiş, diplomasını alarak robot gibi toplumun içinde yer edinmesi Türkiye açısından hiç de olumlu bir sonuç doğurmayacağını billiyoruz.
YDG: Söylediklerinizden yola çıkarsak bugün gelinen yerde öğrenci hareketliliğinin zayıfladığını da görüyoruz. Bununla birlikte eğitim emekçilerinin örgütlenmesinde de bir zayıflık var. Kuşkusuz bunun en büyük nedenlerinden biri 12 Eylül darbesi. Fakat bugün mevcut sistemin oluşturduğu baskı öğrenciler ve eğitim emekçileri açısından da bir sorun olarak biliniyor ve görüyoruz ki karşılığında tepkisiz kalınıyor. Bu tepkisizliğin nedenlerini biraz daha açarmısınız?
DY: Evet söylediklerinize katılıyorum. Artı olarak okullarda özelleştirme saldırısı gençleri bir cendere altına almıştır ve disiplin kurullarının aşırı biçimde çalışması, gençlerin en ufak kımıldanmalarının ardından okuldan uzaklaştırılmaları ve okullardaki öğrenci örgütlenmelerinin yasaklı hale getirilmesi, 12 Eylülden sonra a-politikleştirme sürecinin baş göstermesidir. Diğer bir neden Türkiye’de devrimci, sosyalist gençliğin önündeki umutların kısmende olsa kırılması, Sovyetler Birliği'nin geçici de olsa yenilgiye uğraması bu örencilerde geçici de olsa umutsuzluk yarattı. Bu yaşanan süreçlerin gençlerin kişiliğine yansıması gibi birçok sorundan söz edebiliriz.
YDG: Öğrenci ve işçi gençler bu sorunların önüne nasıl geçebilir, bu bağlamda biz gençlere neler önerebilirsiniz?
DY: Bunun önüne ideolojik üretimle geçilebilir. Öğrenciler arasında dayanışmayı getirerek, öğrencilerin bireysel kurtuluşlarının yerine toplumsal kurtuluşa inanmaları gerektiğine, tabulara karşı mucadele etmek ve kapılardaki polis ve jandarmayı dışarı kovmakla olabilir ve en önemlisi gençlerin sınıf bilincini almasıyla olabilir. Sınıf bilinci; bütünleşme, dayanışma, özgürleşme ve kllektif yaşam bilincini ancak sınıf bilinci temelinde edinebileceğini ve bununla birlikte ezilen halkların özgürleşme bilincini, ekolojik sorunları, cinsiyet sorunlarını birlikte ele alırsa yeni çıkışlar olabilir. Tüm bu taleplerin sadece öğrencilerin mücadeleleriyle olmayacağını da biliyoruz. Demokratik, bilimsel, özgür bir eğitimin olabilmesi için demokratik siyasal bir rejimin olması gerekiyor. Lenin’in dediği gibi “Akademik özgürlük ancak siyasal özgürlükle mümkündür.” Bir yanda akademik özgürlüğü savunmak bununla birlikte ondan ayrılmaz bir parça olarak emeğin özgürleşmesi, ezilen halkların özgürleşmesi, ve mücadelelerin sınıf mücadelesi temelinde verilerek egemen burjuva dünyasını yıkmakla mümkündür. Küresel sermaye sınıfları varken bize özgürlüğü, sosyalizmi kendi elleriyle vermezler, onu biz ancak mücadele ederek alabiliriz.
YDG: Fikirlerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekür ederiz. Bu düşünceleriniz biz gençlerin yolunu dahada aydınlatıcaktır.
10.06.2007, YDG İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder