GENÇLİK YÖK KISKACINDA

Gerçek bilim, doğruyu bulmak, gerçekleri ortaya koymak, eskinin yerine yenisini getirmek, tüm insanlık yararına çalışmak, insanlığı ileriye taşımak, yaşamı kolaylaştırmak ve ona anlam yüklemektir. Bilim tüm bunları yaparken önüne çıkan engelleri aşmaktır.
Bugünkü mevcut sömürü sistemindeki bilim gerçek ve olması gereken bilim bir yana onun tam tersi göreve sahiptir.
Gerçek bilim, doğruyu bulmak, insanlığı ileri götürmek ve onun önündeki engelleri çürütmek, yok etmek ise bilim de bilim insanı da doğası gereği devrimcidir. Bunun için bilim ve bilim insanının tarihi, doğruyu bulup eskiyi yok ettiği için, eskiye karşı mücadele tarihidir. Bu nedenle bilim insanının düzen sahipleriyle ne alıp veremediği anlaşılır bir durumdur.
Kapitalist sistemde gerçekten bilim yapan bilim insanlarına yer yoktur. Egemenler için bu bilim insanları bilimle siyaseti karıştıran, ”insanlığa” fayda sağlamayan tehlike unsurudur. Onlar için bilim insanı, mevcut kapitalist sistemi bilimin en güzel örneği gösteren, onu meşrulaştıran ve kendi çıkarları doğrultusunda “bilim” yapan, bilimle siyaseti birbirine karıştırmayan saf bilim insanıdır. Bu bilim insanları “bilim yuvaları” olan üniversitelerde hak ettiği en iyi yeri alır, burjuvazi tarafından tarihin bilimcisi, “insanlık” adına çalışan en iyi bilimci sıfatıyla hediyelere boğulur.
60’lı ve 80’li yıllar arasında işçi sınıfının mücadelesinin yükselişinden etkilenen öğrenci gençlik bu harekette önemli bir rol üstlendi. Öğrenci gençlik daha fazla siyasetin, dünyanın sorunlarının, insanlığın nihai kurtuluşunun mücadelesi içerisine çekildi. Bu aşamada üniversiteler bu hareketin gelişmesinde bir mevzi haline geldiler. Ancak 12 Eylül 1980 darbesi bu durumu da tersine çevirdi, öğrenci önderleri idam edildi, hareket kanla bastırıldı, birçok genç işkenceden geçirildi, yıllarca hapishanelerde çürütüldü. Neden ise bilim ve siyaseti birbirine karıştırarak vatan hainliği yapmak.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra toplum üzerindeki yozlaştırma, gençliği pasifize etme, mücadelede önemli bir yere sahip olan üniversite gençliğinde de etkisini gösterdi. 6 Kasım 1982 de üniversitelilerin “doğru düzgün bilim” yapması için Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kuruldu. Bu kuruluştan sonra üniversitelerde yeni düzenlemeler yapıldı, görece olan özerklik kaldırıldı, öğrenci gençliğin siyaset yapması yasaklandı, YÖK demoklesin kılıcı gibi üniversite gençliği üzerinde sallandırıldı, saf bilim insanları üniversitelere seferber edildi.
Yök’le birlikte üniversitelerin durumu
Sınıflara bölünmüş sömürü düzeninde, YÖK başkanlığında üniversiteler yetişkin iş gücünü sağlamak için kurulmaktadır. Bu yetişkin iş gücü sistemi ayakta tutan olmazsa olmazlardandır. Örn.; kapitalist sistemde ekonomi ilişkilerini düzenleyen ekonomistler,özel mülkiyet olan üretim alanlarında üretim için gerekli mekanizmayı sağlayan mühendisler ve bu üretim alanlarını yöneten  müdürler, sistemin devamlılığını sağlayan ve düzeni ayakta tutan  yasalar ve onların işlenebilirliğini sağlayan bürokratlar bu üniversiteler tarafından karşılanır.
Egemenlik sistemi kendi ihtiyacı olan bir eğitim sistemini oluşturarak sistemin devamını sağlayan maddi iş gücünün yanında onun ideolojik üretimini de buradan sağlıyor. Bu eğitim kurumları diplomalı ideolojik gücü üretip sistemin propagandasını yapıyor, onu meşrulaştırıyor. Zira burada diplomanın görevi çok önemlidir. Bir şeyi diplomalı birinin söylemesiyle diplomasız birinin söylemesi arasında inandırıcılık bakımından fark vardır. Diplomalı birinin sözü daha inandırıcı gelir. Daha küçüklükten başlayan eğitimde sistemi meşrulaştıran, yasaları belirleyip onların savunuculuğunu yapan vb. bu diplomalılardır.
Emperyalizm çağında sermaye üniversiteyi kendi araştırma merkezi, yetişkin iş gücü ve kâr alanı olarak kullanıyor. Örneğin sermayedar kendi üretimini sağlayacak iş gücü için üniversite yönetimiyle el ele buradaki eğitimi kendi ihtiyaçları temelinde düzenleyebiliyor. Üniversitelerdeki dersler sipariş üzerine sermayedarlar için verilebiliyor ve buradan mezun iş gücü gördüğü eğitim çerçevesinde bu fabrikalarda çalışabiliyor. En kötüsü bu durum toplumsal yaşam için gerekli bilgiyi üreten ve ürettiği bilgiyi toplumun yararına sunan bir şeymiş gibi gözler önüne seriliyor. Yani araba üreten bir fabrika sahibinin üniversiteye gidip “benim ihtiyacım olan bilgiyi sen derslerinle sağla, daha az masrafla nasıl araba üretilir ve bunun için gerekli iş gücünü yetiştir” demesi “toplumun arabaya ihtiyacı var bu çok normal” anlamına getiriliyor. Kapitalist sistemde üniversitelerin sermayedarların araştırma merkezi olduğuna dair bir başka örnek ise; ABD’de araştırma üniversitelerinden biri olan Kaliforniya Üniversitesidir. Bu üniversiteye bu yıl 500 milyon dolar bağış yapıldı. Bu bağış BP (British Petroluem) şirketi tarafından yapıldı. Burjuva medya bu haberi muazzam bir şekilde duyurdu. Oysa olayın iç yüzü şu; BP tahıllardan, var olan teknolojiden daha gelişmiş bir teknolojiyle daha ucuz yakıt elde etmek istiyor. Bunun araştırılması içinde bilim insanlarını kiralayıp 500 milyon dolar yatırıyor. Bilimin, bilim insanının ve bilim yuvalarının kapitalist sistemlerde kimin için çalıştığına dair örnekler çoğaltılabilir.
Bugünkü egemenlerin üniversiteler üzerinden elde ettiği bir başka çıkar, öğrencileri müşteriye çevirmek. Bu kâr kendisini en çok sürekli çoğalan özel üniversitelerde gösteriyor. Sermaye sahipleri buradan gelen tatlı paranın tadına vararak artık bunun üzerine yatırım yapıyor ve YÖK’le el ele özel (vakıf) üniversiteler açıyor. Bu sayede öğrenciler birer müşteri konumuna dönüştürülüyor. Devlet üniversitelerinde de durum farklı değil “parası olan okur olamayan okumaz.” Kalacak yer sorunu, yeme-içme sorunu, ulaşım sorunu, harç sorunu parası olmayanların okumasına engel.
Üniversiteler gerçek bilimin işlendiği, her türlü sorunun sınırsız bir şekilde ve özgürce tartışıldığı, dünyanın iyiye, aydınlığa açılan kapısının buradan geçtiği bir yer olmalıdır. Bir üniversitenin üniversite olabilmesi için özerk olması şarttır. Üniversiteler kendi kurallarını kendileri koyan, kendi işleyişini kendisi belirleyen, kendi kendini yöneten kurumlar olmalıdır. Üniversiteleri YÖK gibi anti-demokratik kurumlar değil öğrenciler, öğretim üyeleri, üniversite çalışanları birlikte yönetmelidir.
Üniversiteler sermaye karşısında olmalı, tekellerin çıkarına değil öncelikle toplumun çıkarlarına göre faaliyet yürütmelidir. Üniversitelerin sermayedarlar tarafından işletmeye çevrilmesine, onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarına izin verilmemelidir. Eğitim ücretsiz, herkes için eşit ve ulaşılabilir, kişinin yeteneklerine uygun bir şekilde verilmelidir.
Şu andaki Yüksek öğretim kurumlarının üniversite sayılabilmesi için buralarda özgürleşme mücadelesi yürütülmelidir. Fakat bu özgürleşme mücadelesi ancak toplumun özgürleşme mücadelesiyle birleştiği zaman başarılı olur. Kapitalist sistemi ayakta tutan temeller ortadan kalkmadıkça mücadele buna karşı verilmedikçe üniversitelerin tek başına kurtuluşu mümkün değildir.
Yaşasın özerk, bilimsel ve demokratik üniversite mücadelemiz!
Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!
29.10.2007
Yeni Dünya Gençliği/Adana

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder